Anlam ve Dusunce

İnsanın en samimi düşünceleri, bir başkasıyla konuşuyormuş gibi birbirinden ayrı görünebilir. Bu yüzden bu yazının adı Diyaloglar da olabilirdi. Bir bakımdan bu düşünceler, benim Küçük İskender'le konuşmam. Onun yazdığı yazının beni sürüklediği noktalardır.

"...Hiçbir ağaç ormana katılmak için büyümez çünkü. Mesele, tek başına işe yaradığının, işlediğinin bilincine varmaktır; bunun keyfiyle yaşayabilmektir. Aşk, ağaca tesadüfen konan kuştur; kuş ağacı üzemez. Üzmemelidir de. Eğer bir ağaç kendisine konup sonra da uçup giden bir kuş yüzünden acı çekiyorsa doğanın ayarlarıyla oynanıyor demektir. Aşk, şansa bağlı temastır çünkü. Çünkü aşk, matematikteki teğet konusundaki ilk örnektir. Değip geçmektir, dokunup kaybolmaktır..."


İnsanın rahat bir ortamının olması yaşam için gerekli bi şey.
İnsan her alanda kendine yer açmalı. Burası benim alanım şurda gördüğün cümleler abur cubur o renkli top ve bira benim gibi bir tabelası olmalı.
Yaşadığımız rahatlığın farkına varmalıyız. Bir gün sonra onu arayabiliriz. Yakınmamak için de hep bu alanımız olmalı. Olamıyorsa bile bir gün olacağına inanmalıyız.
Zor şartlar altında düşünebilen insanla aynı şartlar altında düşünemeyen insan gibi hayal et. Veya kolay şartlar altında düşünemeyen
Bugün ölmemek için sebep ne. İnsan sırf yaşıyor olduğu için yaşamamalı
Bunu seçmeli
İnsanı birbirinden ayıran budur. Yaşadığı ortamı şekillendirebilmesi
O halde duyguların farklı olma sebebi de bu.
Aynı şart ve aynı ortam sağlandığında hepimiz aynı insan olacağız.
Bu, başkalarıyla bir aradayken aldığımız keyfi arttırır.
İki insanın iyi anlaşabilmesi için karakterlerinin benzemesi gerekir ama şartlar farklı olduğu için arkadaş olmak çok zor ve kıymetli bir şeydir
Bir başkasıyla anlaşabilme olgusunu es geçmemeliyiz
Göründüğünden daha önemlidir
Bu yüzden empati kurmak zor bir şeydir. Kazanılması gereken anlayıştır, empati değil
Çünkü insan herkesi anlayamaz. Anladığı için de empati kuruyor sayılmaz. Empati demek bir anlığına  o insan olmaktır bu da duygu yoluyla mümkün olur ancak birisiyle empati kuramamak duygusuz olduğumu göstermez veya kötü bir şey değildir. Çünkü o insanın o duyguları yaşadığı şartlar, ortam, insanlar bizim için geçerli olmayan bir etkiye sahiptirler yani bu koşullar üzerimizde hiçbir etkiye sebep olmaz. Bir insanla bu duygu bağını geliştirmemiz bizi onunla yakınlaştıracak bir şey olmamalı çünkü bu bağ geçici ve kopucudur. Bir sonraki empati anında bu yaşananlardan bağımsız yorum yapacağımız için anlamak şansa bağlı bir olaydır. Karşımızdaki kendini ne çok anlatırsa o kadar anlayabiliriz onu.
İnsan, kendini anlarsa empatiye olan ihtiyaç ortadan kalkar. Sana öyle hissettiren şeyler farklı ben de senin hissettiğini hissediyorsam bunun sebepleri farklıdır.
Bu, bu yüzden beni seni anlıyor yapmaz
Ben sen ben olmayı seçmedikçe seni anlayamam ama bu seferde anlamak sıradanlaşır. Belki her şeyi tartmaya çalıştığımız bir hayat birçok insanın yaşadığı hayattan daha yaşanılabilir olur. Düşünerek yaşamak zordur. Aslında kolaydır. Düşünmeden yaşamak zordur. Aslında kolaydır. Zor olan, fena halde ihtiyaç duyduğumuz anlarda düşünememizdir. Birçok güçten daha bel bükücüdür bu işte.

Anlam hiç gidilmemiş bir yerdir. Ancak fısıltılarla anlatırız kelimeleri. Uzaktan durur bakarız. Yakına geldiğimizde bir de bakarız ki Anlam olduğundan daha aydınlık ve ışıltılı, göğün başka bir parçasıyla iç içe geçmekte, buharlar üstünde bir ada gibi nefes alıp vermektedir.

Burada bir başkasının bu cümleleri anlamiş olup olmadığı gibi bir soru çıkıyor ortaya. Birinin düşünen halini görmemiz sözlerinden daha açık ve güvenilirdir. Düşünceyi anlaşılmaz kılan hislerdir. Ancak düşünceyi anlamamız için onun bizde uyandırdığı duygulara ihtiyacımız vardır. Bir düşünceyi bu iki etkenden de soyutladığımızda ortaya nesnellik gibi bir şey doğar. Yani Bilgi cümleleri. bir insan ne hissettiklerini düşüncelerine katmayarak bazı şeylere açıklama getiriyorsa da bu anlatılanları ancak duygu yoluyla kavrarız. -belki bu yüzden aklımda en az kalan cümleler, bilgi cümleleridir- Hissederek anlama yoluna da büyülenme dersek düşünceleri ancak büyülenerek anlarız. Ancak hisler tamamiyle bizim hislerimiz olduğu için anlaşılmış cümleler artık biz kurmuşuz gibi bizimdir. Belli belirsiz bir anlam olarak zihin boşluğunda süzülürler. Söze döküldüklerindeyse bize bunları düşündüren kişinin cümleleridir ilkin. Hissetmek dile getirmekten daha az tehlikelidir. Hislerin yer almadığı bir sorgulama kabullenmeden başka bir şey olmayacaktır. Büyü azalır ve düşünmenin heyecan kattığı hayat durağanlaşır. Paul Auster filozofluğun ilk şartını şaşırmak olarak belirler. Yalnız düşünmenin değil yaşamanın koşuludur bu.

Düşünce de ağaca konan bir kuştur. Yaşadığımız ne varsa böyledir bu. Kendi yaşamımız bile bir saniye sonra kanat açıp uçacak gibidir. Binlerce renk tonunun yarattığı ağaç kovuğu illüzyonunu, gerçek bir yağmur damlasının delip geçtiğini görürüz. Bu his güzeldir. Önceden hiç düşünmemiş gibi düşünebilmek, kendi hayatımızın uçuculuğu, bizi ancak bunu yaşayan insanların anlayabileceği, cümlelerimize değer verebileceği. Ancak çoğu zaman tanıdıklarımızla bu tür cümleleri paylaşamayız. O kişi bizim görüntüsü henüz silinmemiş kalıcı taraflarımıza değer verir. Ama onun da hissettiği bizi tanımıyor olduğu, bizdeki bir değişimi kabul etmeye götürür onu. Her zaman sevilmek değil tanımışlık bir başkasının bizi kabul etmesine yol açabilir. İnsan, bir başkasını kendisi için kabul eder. Kabul edilen insanın davranışlarının kabul edilme üzerine etkisi çok azdır. Tek başınalık güzeldir. Bir tek kendi kurgularının olması, deli şeyler düşünmen güzeldir. Bu düşünceleri duyduğunda birisi bizi tanımaya başlar. Her şey bu kadar ütopik gelişmez. Hep destek görmeyiz. Tasarılarımız baltalanır. Karşı çıkmak zorunda değilsindir de karşı çıkmak istersin. Hiç yara almamışsındır ancak karşındakinin sana yara verdiğini düşünerek daha da üstüne gelmesi, kendini küçültmesine dayanamazsın. Aynı zamanda umurunda bile değildir o ancak sana karşı çıkanlara, yanında olanlar kadar ihtiyaç duyarsın. Tüm bu şartlar altında, birisini bizim için kıymetli kılan, onda sezdiğimiz şeylerdir. Bunlar dile getirildiğinde anlamsız geliyor bana Rilke. Böyle olmadığını hissediyorum ancak böyle olması çok mantıklı da. Bu noktada, ben napıyorum Rilke? Düşündüklerimi söylemiyorum ancak aklımdakileri ifade ediyorum. Bu kendimi ifade ettiğim anlamına gelmiyor o zaman. Bu zamana kadar tüm bu insanlar neyi dinlediler o halde? İnsanın düşüncelerini ifade edebilmesi için dilden daha fazlasına ihtiyacı vardır demiştin. Eminim kurduğun cümle bundan çok çok uzaktı. Ancak beni kısıtlayan dil değil zaten. Artık anlatacak şeyimin kalmaması. Özgün düşünceyi yitirmeme rağmen açıklamaya çalışmam. Konuşmak istemem. Her cümlede yeni bir kelime keşfetmenin insanlığa büyük katkısı! Kendi düşüncemden kopup anlaşılır olmaya çalışmam zihnimdekileri öldürdü. Bir şey ifade etmek istemiyorum. Rilke, sen büyük bir düşünür, ince ruhlu bir insansın. Ormanda karşılaştığım bir ağaçsın.Seni seviyorum.

Yorumlar

  1. Her ne kadar yazini hos ve mantikli bulsam da "anlayamamis" olmak beni urpertiyor. Ki bu anlayamama durumu cumlelerinin gecerliligini benim yuzume vuruyor. Fakat ustad, hala anlayamiyorum

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hastalık Hastası Tiyatro Eleştirisi - Moliere

SHEAKSPEAR’IN SARSILMAZ TAHTI ve ACİZ TOLSTOY

Nuri Bilge Ceylan