Nuri Bilge Ceylan

Nuri Bilge Ceylan filmlerinin çok yanıltıcı bir noktası var. Kameranın, mekânı veya
senaryodaki herhangi bir şeyi tanımlamak için odaklandığı nesnelere çok büyük anlamlar
yükleyebiliriz. Bu her büyüyen anlam da bizi filmden uzaklaştırabilir.
Fransız bir eleştirmen, 2007 yılında Cannes Film Festivali’ nde Nuri Bilge Ceylan’
ın filmlerini, “Anlamsızca durağan sahnelerin bana anlatacağı hiçbir şey yok.” diyerek tek
vücutta eleştirmişti. Nuri Bilge Ceylan’ ın, 2007 yılından önceki filmlerinde bu eleştirinin
dokunduğu çok doğru bir nokta var. Bunun, filmin kendi içinde yarattığı atmosferi yaralayan
bir şey olduğunu düşünüyorum. Bazense bu sahneler, filmin insanda yaratmayı amaçladığı
burukluğu ve tedirginliği pekiştiriyor ancak hangi noktada bu aşırılaşıyor saptayamıyo-
rum. Bu tedirgin edici sahneleri, bir romanın betimlemelerine benzetmek de mümkün. “3
Maymun” filmine dönüp baktığımda, Nuri Bilge Ceylan’ ın “Sanat filmi sıkıcıdır,” algısına
taş taşıdığını düşünüyorum ancak son filmleri güzel. “Kış Uykusu” nun felsefesinin daha
özgün ve bireysel bir kurguya oturduğunu düşünüyorum mesela. 3 Maymun, çaresizliği gelir durumlarına da yansıyan insanları ele alıp kadının toplumdaki yerini anlatırken, Tür-
kiye’ de, ailede gerçekleşmesi muhtemel, can alıcı bir olayın yalnız eylemi gerçekleştiren
kişiyi değil başka özneleri de yaraladığını gösteriyor. İşte, bunu biraz da o durağan sahneler
sayesinde başarıyor. Bu iki filmi kıyaslamak değil niyetim. Nuri Bilge Ceylan’ın her filmde
kendini gösteren karakteristik bir çekim tarzı var. Aynı durağanlık ve sıkıntı, buhran, in-
sanın döngüsü… Ancak farklı şeyler deniyor. Birincisi, olaylar “Kış Uykusu” nda daha hızlı
akıyor, daha çok kişi dahil oluyor ve bu filmi Kasaba, Uzak filmlerindeki gibi uzun uzun tek
kişi üzerinden işleyen, ilerleyişe hiç katkısı olmayan sahnelerle doldurmuyor. İnsanlara ayrı
ayrı odaklanıyor. Her karakterin şekli artık figüranlık evresinden çıkıyor ve yaşayan yapılara
dönüşüyor.

Nuri Bilge Ceylan, insanları yansıtırken onların en doğal anlarını
vermeye çalışıyor. Her karakter için yaptığı bir şey de değil bu. Necla odasın-
da ne yapıyor, odasında gerekli gördüğü eşyalar ne bilmiyoruz; Nihal’i yalnız
görmüyoruz. Belki bu da karakterlerin sorununu vurguluyordur. Yalnız
olmak istediği anlarda yalnız kalamamanın, bir türlü sorunu görememenin
ve sorundan kurtulamamanın verdiği bitkinliği, bir insan yalnızken yaşamaz
çünkü. Birileri olmalıdır, beni bu hale sen getirdin diyebileceği. İnsan yalnız
kaçamaz. İşte, bu iki karakterin kırılmaları, Aydın’ ın odasında yaşanıyor.
Bu filmi, kendi durağanlığında şaşırtıcılığı olan bir film olarak görüyorum.
Filmin kendi meselesinin içinde yuvarlanma hali giderek artıyor ve belki
Türkiye’ deki sorunları ele almasının da şekillendirmesiyle, fikirce olmasa da
pratikte özgün bir film ortaya çıkıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hastalık Hastası Tiyatro Eleştirisi - Moliere

SHEAKSPEAR’IN SARSILMAZ TAHTI ve ACİZ TOLSTOY