Atatürk Lisesi Günlüğü -1

Hazırlık yılım çok güzeldi. Bu okulda müthiş insanlar tanıdım ve sanırım birçok arkadaşlık, fırsat yaratmaktan doğdu. Mesela, şiir programı vardı ve daha önce şiir nedir bilmemiş ve hiç karıştırmamış- abartmıyorum hiç şiir okumamıştım- birisi olarak, sanat gecesinin ilanını görünce direkt atlamıştım. Ben şiir okumadım, bilmem ne diye kendime bahane üretmemiştim.

Okulun bir de satranç salonu vardı, Mahzenlere iniyormuşsunuz izlenimi uyandıran laboratuvar yolundadır. İçinde girdiğinizde, fark edersiniz ki, orası eski bir yer ve eskiden okul çok da geniş değilmiş. Satranç sayesinde de, kendimi tanımama yardım eden, bana sorular sorduran, birbirinden güzel iki insan tanıdım.

Ancak okulun ilk haftası tablo vahimdi. Çekingen bir çocuktum. Sohbet açamaz, ortaya atlayacak cesareti gösteremezdim. Abartmıyorum, bir hafta boyunca öylece oturdum. Sonra napıyorum ulan ben dedim ve sınıfın erkek grubuna takılmayı denedim. İlk denememde bu bir başarısızlıktı çünkü hiç uyuşmamıştık ve fena halde darlandığımı, grubun erkekleri arasında bir savaş döndüğünü fark etmiştim. Kim daha komik, kim daha neşeli, kim daha atılgan?.. Ordan da yemedi. Çıktık. Bunu kapsayan 1 hafta boyunca tüm sosyal yeteneklerim sıfıra inmiş gibiydi. Sanki arkadaş edinme denen şeyden bihaberdim ve kimsenin yanına gidip sohbet etmiyordum. Yani tabii ki sohbet dönüyordu ama istediğim şekilde değil. Başkalarını tanımak adına girdiğim zoraki sohbetlerdi bunlar. Birisiyle Sabahattin Ali konuşuyorduk ötekiyle mobil oyunlardan. İstediğim değildi bunlar. Gülmelerim yapay ve samimiyetsizdi. Ben ben değildim. İşte sanat gecesine başvurmam ve satranç oynamaya başlamam bu günlere düşer. İçinde bulunduğum kötü durumun farkında dahi değildim. Karamsarlığım, sadece hiç arkadaş edinememekten kaynaklanıyordu. Lak lak edip zaman öldürecek birilerini arıyordum. İhtiyacım fazlasıydı. Kendime, kurbanlık koyun muamelesi yapmaktan vazgeçmeli ve bunun üzerine düşünmeliydim. Ancak zihnimde, bedenim gibi işlemiyordu artık ve çaresizliğime ilaç bulmaktan çok uzaktı. Doğrusu, acınası bir haldeydim. Kendimin farkında değildim. Üzülüyordum. Bu üzüntümden de başka laklaklar yardımıyla kaçıyordum. İyi insanlar tanımaya başladığımda da durum farklı değildi. Çözümü getiren ben değildim. Ne çözümden ne sorundan haberim vardı. Çözümü getiren başkalarıydı. Kendimi sığ bir suda bulmuştum bu yeni arkadaşlıklarla. Ancak bu, yine de susuz olmaktan daha iyiydi. Ama suya kanamamış, susuzluğumu bilmemiş, hiçbir tedbir almamıştım. Arkadaşlıklarımın bu ilk dönemini "Çölde Vaha" olarak adlandırıyorum. Bir iki yıl boyunca böyle gitti. Hatta başka açılardan hala çölde olabilirim. Hala yaşadığım şeyin zorlama olduğunu kabullenmiyor olabilirim.

İşte okuldaki ilk 2.5 ayım. Sızlanmalarla geçti. Bu 2.5 ayın son iki üç haftası, ilerde yakından tanıyacağım insanlarla koridorlarda, konferans salonunda rastlaşıyor, onları görünce çok heycanlanıyordum. Küçük diyaloglar geliştirmiştim ve yakın arkadaş edinmem benim çabamla değil, o insanların çabalarıyla olmuştur. Arkadaş arayışında olmama rağmen, tanıdık bir yüz gördüğümde, nefret ve bulantıyla yüzümü çevirmemin açıklaması da sorunu kavramamış olmamdan kaynaklıydı. Hayır, ağlak bir çocuktum. Ve kendime yazık ediyordum.

07.11.2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hastalık Hastası Tiyatro Eleştirisi - Moliere

SHEAKSPEAR’IN SARSILMAZ TAHTI ve ACİZ TOLSTOY

Nuri Bilge Ceylan