Fransız komedyasının başlıca yazarı Jean Baptiste Poquelin Moliere tarafından 1673 yılında yazılan “Hastalık Hastası”, yazarın son oyunudur. Aristokrat kesimin yozlaşan değerlerini çeşitli yönlerden eleştiren Moliere, diğer oyunlarında olduğu gibi bu oyunda da zenginleri sömüren, mesleğini kötüye kullanan kişileri eleştirir. Eleştiri oklarının hedefi bu kez zengin hastaları yolunacak kaz olarak gören hekimlerdir. Oyunun başkarakteri Argan, Hipokondriya(hasta olduğunu sanmak) sahibidir ve kendisini sömüren bir doktorla eczacının tuzağına düşmüştür. Üstelik onu sömüren sadece doktor ya da eczacı değildir. İyileşmenin tersine sağlığı giderek bozulan Argan, kendisi ve ailesi için yanlış kararlar almakta, kızını sevmediği bir gençle, genç sırf hekim olduğu için evlendirmeye çalışmak- tadır. Onu, içinde bulunduğu durumdan, çevresini saran asalaklardan kurtarma ve gerçekleri görmesini sağlama ekseninde gelişen oyunun ilk temsili de bizzat Moliere tarafından gerçekleştiril
Tolstoy, hayatının belli dönemlerinde tekrar ve tekrar Sheakspear okudu. Her okuyuşunda onu Sheakspear’den iğrendiren şeyler görüyordu. Ancak yetmişlerine gelip de tekrar okuduğunda bu sefer büsbütün bir tiksinme duydu. Sheakspear’le ilgili yazdığı kısımlarda o kadar sinirli ve coşkuludur ki uzun süredir incelediği eserlerin yapaylığını anlatırken baştan aşağı bir titreme sarmış gibidir bedenini. Goethe’nin övmesinin ardından Alman eleştirmenlerce yüceltilen ve bu yüceltilmenin hükmünü süren sıradan bir insandır Sheakspear. Ancak Tolstoy, bu kadar övülen bir figürü yanlış anlamış olmamak için ömrünün belli dönemlerinde tekrar ve tekrar okudu Sheakspear’i ve kanısı gittikçe güçlendi ve çok sert bir şekilde eleştirdi. Fanatik bir şekilde veya daha masumane de olsa atını dizginleyemiyordu Tolstoy ve Sheakspear’i yıkma hırsıyla söylüyor, okudukça Sheakspear yapaylığa, yapaylık Sheakspear’ e dönüşüyordu. Böyle bir durumda karşınızdakinin gerçekten küçük olduğuna inanmış olmanız gerekir.
Nuri Bilge Ceylan filmlerinin çok yanıltıcı bir noktası var. Kameranın, mekânı veya senaryodaki herhangi bir şeyi tanımlamak için odaklandığı nesnelere çok büyük anlamlar yükleyebiliriz. Bu her büyüyen anlam da bizi filmden uzaklaştırabilir. Fransız bir eleştirmen, 2007 yılında Cannes Film Festivali’ nde Nuri Bilge Ceylan’ ın filmlerini, “Anlamsızca durağan sahnelerin bana anlatacağı hiçbir şey yok.” diyerek tek vücutta eleştirmişti. Nuri Bilge Ceylan’ ın, 2007 yılından önceki filmlerinde bu eleştirinin dokunduğu çok doğru bir nokta var. Bunun, filmin kendi içinde yarattığı atmosferi yaralayan bir şey olduğunu düşünüyorum. Bazense bu sahneler, filmin insanda yaratmayı amaçladığı burukluğu ve tedirginliği pekiştiriyor ancak hangi noktada bu aşırılaşıyor saptayamıyo- rum. Bu tedirgin edici sahneleri, bir romanın betimlemelerine benzetmek de mümkün. “3 Maymun” filmine dönüp baktığımda, Nuri Bilge Ceylan’ ın “Sanat filmi sıkıcıdır,” algısına taş taşıdığını düşünüyorum ancak son
Yorumlar
Yorum Gönder