SHEAKSPEAR’IN SARSILMAZ TAHTI ve ACİZ TOLSTOY



Tolstoy, hayatının belli dönemlerinde tekrar ve tekrar Sheakspear okudu. Her okuyuşunda onu Sheakspear’den iğrendiren şeyler görüyordu. Ancak yetmişlerine gelip de tekrar okuduğunda bu sefer büsbütün bir tiksinme duydu. Sheakspear’le ilgili yazdığı kısımlarda o kadar sinirli ve coşkuludur ki uzun süredir incelediği eserlerin yapaylığını anlatırken baştan aşağı bir titreme sarmış gibidir bedenini. Goethe’nin övmesinin ardından Alman eleştirmenlerce yüceltilen ve bu yüceltilmenin hükmünü süren sıradan bir insandır Sheakspear.

Ancak Tolstoy, bu kadar övülen bir figürü yanlış anlamış olmamak için ömrünün belli dönemlerinde tekrar ve tekrar okudu Sheakspear’i ve kanısı gittikçe güçlendi ve çok sert bir şekilde eleştirdi. Fanatik bir şekilde veya daha masumane de olsa atını dizginleyemiyordu Tolstoy ve Sheakspear’i yıkma hırsıyla söylüyor, okudukça Sheakspear yapaylığa, yapaylık Sheakspear’ e dönüşüyordu. Böyle bir durumda karşınızdakinin gerçekten küçük olduğuna inanmış olmanız gerekir.
Tolstoy’un Sheakspear eleştirisi hastalık anındaki sayıklamalar gibidir. Hastalık bitip gittiğinde sayıklamalar da unutulur. Sheakspear’in Tolstoy’un ruhunda hiçbir yeri yoktu. Sadece Sheakspear’in temsil ettiği şey Tolstoy’u ürkütüyor, kızdırıyor ve yine Sheakspear’in temsil ettiği şeye acımasına sebep oluyordu: Karşı çıkan şey Tolstoy’un bedeni veya zihni değildi. Tüm ruhuyla insan ruhunun hiçbir yapaylık barındırmaması gerektiğine olan inancı, onu hem Sheakspear okumaya hem de bir an önce bir düşünce şekillendirip kitabı kapatmaya ve hararetli düşüncelere itiyordu. Yapay bir insanın, mükemmel olduğuna inanması durumu Tolstoy’u kederlendiriyordu. Sheakspear’in yapaylığı, insanın daha özgürce yaşamasına engeldi ve Tolstoy aslında buna karşı çıkıyordu. Eleştirdiği Sheakspear bile değildi. Orwell, Tolstoy’un daha derindeki düşüncelerine ulaşamıyor ve Tolstoy’un yaptığını ancak bir saldırı olarak niteliyordu.

George Orwell, eleştirisine, Tolstoy’un risalelerinin İngilizce’ ye dahi çevrilmediğinden ama Sheakspear’in “taht”ının sarsılmaz bir şekilde var olduğundan dem vurarak başlar. Daha sonra, Tolstoy’un tutarsız olduğu noktaları irdeler. Yetiştirildiği kültürün en önemli temsilcilerinden Sheakpear’i, bir annenin çocuğunu korumaya çalıştığı gibi korumaktadır. Orwell, eleştirisinde iki noktada yanılıyordu: Tolstoy’un risalelerinin İngilizce’ye çevrilecek kadar bile ilgi görmediğine işaret ediyor ve bir de Tolstoy’un Anna Karenina ve Savaş ve Barış olmadan Tolstoy olamayacağını söylüyordu. Halbuki, Tolstoy, hiçbir kitap yazmasaydı veya yazdıklarına ve etkilediklerine ulaşamasaydık da Tolstoyluğundan bir şey kaybetmezdi ancak biz bir Tolstoy’dan mahrum kalmış olurduk. Ki bu, Tolstoy’un ünsüz kalmasından daha kötüdür. Ama yine de kritik değildir. Proust’un dediği gibi, Tolstoy, büyük olmaya çalışmaz, yazdığı her şey doğal olarak büyüktür, tanrısaldır. Dönem dönem girdiği bunalımları takip etmek bizi Tolstoy’un etrafında döndüğü tanrı tanımına ulaştıracağı için Tolstoy’u daha iyi anlamamızı sağlar. Bu Tolstoy’un kendiyle verdiği bir kavgadır. Tolstoy, iğrentiyi, sonunda kendisi için bir iyiliğe dönüştürmüştür. Sheakspear’e, böyle bir kavgayı sağladığı için teşekkür edilebilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hastalık Hastası Tiyatro Eleştirisi - Moliere

Nuri Bilge Ceylan