Kuşmuşum, uçuyormuşum da bunu görünce vurulmuşum gibi, kanatlarımdan; Kalemim elimdeymiş -hem de ne tesadüf ben yazabiliyorken hala- onu da kaybetmişim bu dünyada. Velhasılı işte ben hala korkaklığımın esiri, çekip alamıyorken kalemimi bu ıstıraplı ateşten; kanatları olmayan bir kuşun uçmaya olan hasreti gibi işte benim senin şiirlerine olan hasretim. Yaz azizim ki ben de okuyayım.
Fransız komedyasının başlıca yazarı Jean Baptiste Poquelin Moliere tarafından 1673 yılında yazılan “Hastalık Hastası”, yazarın son oyunudur. Aristokrat kesimin yozlaşan değerlerini çeşitli yönlerden eleştiren Moliere, diğer oyunlarında olduğu gibi bu oyunda da zenginleri sömüren, mesleğini kötüye kullanan kişileri eleştirir. Eleştiri oklarının hedefi bu kez zengin hastaları yolunacak kaz olarak gören hekimlerdir. Oyunun başkarakteri Argan, Hipokondriya(hasta olduğunu sanmak) sahibidir ve kendisini sömüren bir doktorla eczacının tuzağına düşmüştür. Üstelik onu sömüren sadece doktor ya da eczacı değildir. İyileşmenin tersine sağlığı giderek bozulan Argan, kendisi ve ailesi için yanlış kararlar almakta, kızını sevmediği bir gençle, genç sırf hekim olduğu için evlendirmeye çalışmak- tadır. Onu, içinde bulunduğu durumdan, çevresini saran asalaklardan kurtarma ve gerçekleri görmesini sağlama ekseninde gelişen oyunun ilk temsili de bizzat Moliere tarafından gerçekleştiril...
Ölüyor. Bir erkek. Onu, ilk defa görüyormuşsun gibi güzel. Kuzgun saçları upuzun dalga dalga yayılıyor. Birisini sevdiğinizi ancak bu cümleyle söyleyebilirim. Birisinin ölümüne dikkat ediyorsunuz, bir öykü böyle başlıyor. Durağanlık. Bir koltukta oturduğunuzu veya yürürken ayakkabılarınızın altında- ki yeri, daha seyrek olsa da hissedersiniz. Bir hareket gerek. Hâlâ ses çıkabildiğinin bir kanıtı. Hâlâ bir kanununun işlediğini duyma isteği. Çevreniz aralıksız titremekte ve hiçbir şeyin işlemediğini kabul etmek, zıttını kabul etmekten daha mümkün ve belki de gerçekten öyle. Soğuk. Bu daha derinden hissetme yoluna aşk desek de bu bir ölüm. Her hissedilen daha derin bir yaşama. Her yaşama birkaç ölüm. Bir ölüm sayısız yaşama. Evde yalnızsın. Dış tümüyle terk etmiş ama tümüyle dolmuştur. Karın alna düşmesi gibi bir ölüm kalmıştır. Koltuktan kalkıyorsun. İşte boşalmanın ilk işareti. Asıl şimdi ağlıyorsun. Uzun süredir hareketsizdin ve ölüyordun. Duy- duğun his, zevk değil...
İnsanın en samimi düşünceleri, bir başkasıyla konuşuyormuş gibi birbirinden ayrı görünebilir. Bu yüzden bu yazının adı Diyaloglar da olabilirdi. Bir bakımdan bu düşünceler, benim Küçük İskender'le konuşmam. Onun yazdığı yazının beni sürüklediği noktalardır. "...Hiçbir ağaç ormana katılmak için büyümez çünkü. Mesele, tek başına işe yaradığının, işlediğinin bilincine varmaktır; bunun keyfiyle yaşayabilmektir. Aşk, ağaca tesadüfen konan kuştur; kuş ağacı üzemez. Üzmemelidir de. Eğer bir ağaç kendisine konup sonra da uçup giden bir kuş yüzünden acı çekiyorsa doğanın ayarlarıyla oynanıyor demektir. Aşk, şansa bağlı temastır çünkü. Çünkü aşk, matematikteki teğet konusundaki ilk örnektir. Değip geçmektir, dokunup kaybolmaktır..." İnsanın rahat bir ortamının olması yaşam için gerekli bi şey. İnsan her alanda kendine yer açmalı. Burası benim alanım şurda gördüğün cümleler abur cubur o renkli top ve bira benim gibi bir tabelası olmalı. Yaşadığımız rahatlığın farkına varmal...
Kuşmuşum, uçuyormuşum da bunu görünce vurulmuşum gibi, kanatlarımdan;
YanıtlaSilKalemim elimdeymiş -hem de ne tesadüf ben yazabiliyorken hala- onu da kaybetmişim bu dünyada.
Velhasılı işte ben hala korkaklığımın esiri, çekip alamıyorken kalemimi bu ıstıraplı ateşten; kanatları olmayan bir kuşun uçmaya olan hasreti gibi işte benim senin şiirlerine olan hasretim. Yaz azizim ki ben de okuyayım.